İnsan hakları ve insan hakları ihlali kavramını genel olarak bir önceki yazımızda incelemiştik. Bu genel kavram içerisinde “işkence”; çok önemli ve özel bir yer tutmaktadır.
İşkence nedir?
İşkence, Farsça “şkenc”, “işkenc” sözcüğünden türetilmiştir. Bir kimseye maddi veya manevi olarak yapılan aşırı eziyet anlamına gelmektedir. Halk arasında kullanılırken; kişiye acı, ıstırap, eziyet yapma amaçlı fiillere “işkence” veya bazen de “eziyet” denilmektedir. Ancak, bu iki kavram tıbbi bulgular açısından olmasa da; hukuksal açıdan bir birinden farklıdır. Bu tür fiillerin faili veya sorumlusu eğer bir kamu görevlisi ise, bu olay işkencedir. Kamu görevlileri dışındaki kişiler arasında gerçekleşen aynı tür fiiller ise, eziyet tanımına uymaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 94, 95 ve 96. maddeleri bu iki kavramla ilgilidir.
İşkenceye neden karşı çıkmalıyız?
Günlük yaşamda işkence dışında karşılaştığımız diğer yaralamalar ve hatta öldürme gibi fiiller kişinin yalnızca beden bütünlüğüne, yaşam hakkına saldırı niteliğindedir. Oysa işkence, acımasız, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameledir, cezalandırmanın ağır ve kasıtlı bir biçimidir. İşkence, tüm travma ve saldırı türlerini de yöntem olarak içermekte olup; bizzat insan varlığının temeline, insan onuruna bir saldırıdır. İşkence, kişinin adalete ve kamu düzenine güveni açısından da önemli bir sorundur. Bu nedenlerle, hukuksal açıdan cezayı ağırlaştıran bir unsur olarak kabul edilmektedir.
Uluslararası Belgelerde İşkence
• Birleşmiş Milletler’in İşkenceye Karşı Bildirgesi (Cenevre-1975): Bu bildirgede işkence; “bir kimseden veya üçüncü kişilerden bilgi veya itiraf elde etmek, yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem için onu cezalandırmak; veya onu veya diğer kişileri yıldırmak gibi amaçlarla bir resmi görevlinin buyruğu ile veya onun tarafından maksatlı olarak uygulanan fizik veya mental olarak şiddetli acı veya ızdırap verici herhangi bir eylem” olarak tanımlanmıştır.
Bu kavram, yalnızca Hükümlülere Davranışta Asgari Standartlar’a uygun düzeydeki yasal yaptırımlara bağlı acı ve ızdırabı içermez. Yasal zorunlu nedenlere bağlı, örneğin kelepçe takılmasının yol açtığı acılar işkence niteliğinde değildir, ancak hukuksal dayanağı olamayan keyfi uygulamalar işkence kapsamında düşünülmelidir.
• Dünya Tıp Birliği Tokyo Bildirgesi (1975): Hemen hemen aynıdır. Bu bildirgede işkence; “yalnız başına veya bir yetkilinin emri altında davranan, bir ya da birden çok sayıda kişinin; bilgi edinmek, itiraf almak ya da bir başka nedenle, kasıtlı, sistemli ya da kayıtsızca bir başka kişiye zor kullanması, ona fiziksel ya da ruhsal yönden acı çektirmesi” olarak tanımlanmıştır.
• Avrupa Parlamentosu Temel Haklar ve Özgürlükler Bildirisi (1989):
Madde 2: İşkence, insanlık dışı uygulama ve ceza, aşağılayıcı uygulama ve ceza yasaktır.
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 3: İşkence yasaktır.
• Birleşmiş Milletler (1982): Tıbbi bilgi veya tekniğin acı vermekte kullanılması yasaklanmıştır.
İnsan Hakları ile İlgili Önemli 2 Uluslararası Protokol:
• Minnesota Otopsi Protokolü (1990):
1990’da Minnesota’da kaçak göçmen işçilere yönelik ölümle sonuçlanan yargısız infazlar nedeni ile hazırlanmış, BM tarafından kabul edilerek uluslararası bir belge haline dönüşmüştür. İnsan hakları ihlallerinde ölüm olgularının, ayrıntılı bir şekilde incelenmesini sağlayan yöntem ve otopsi kurallarını içermektedir.
• İstanbul Protokolü (2000):
Minnesota Protokolü’nün boşluklarını tamamlamıştır. İstanbul Protokolü işkence ve benzeri uygulamalara maruz kalan canlı kişilerdeki; tıbbi, hukuki ve bir çok açıdan önerilen yöntem ve kurallarla ilgilidir. 1999’da İstanbul’da 15 ülkeden 40 örgüt ve 75 kişi tarafından hazırlanmış, 20 Nisan 2000’de BM’de onaylanarak uluslararası önemli bir belge haline gelmiştir. İstanbul’da hazırlanması ve bu güzel şehrimizin adını taşıması açısından da ayrıca önemlidir.
İşkence ile İlgili Önemli Ulusal Belgeler
• Türkiye Cumhuriyeti Anayasası:
Madde 17: “... Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
• Türk Ceza Kanunu:
Madde 94: İşkence
(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Suçun; a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla, işlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.
(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.
Madde 95: Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence
(1) İşkence fiilleri, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına, neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında artırılır.
TCK Madde 96: Eziyet
(1) Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin;
a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) Üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı, işlenmesi halinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Sağlık Sorunu Olarak İşkence
İşkence, yalnızca hukuksal veya yönetsel bir sorun olarak değil; her insanı ilgilendiren ciddi bir sağlık sorunu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de yakın geçmişte basında yaklaşık bir milyon kişinin işkence türü bir olaya maruz kalmış olduğu haberleri yer almıştır. Hekimler, bir yandan insan hakları ihlallerinin saptanması ve önlenmesinde; öte yandan mağdurların tıbbi amaçlar ile tedavi ve rehabilitasyonda kritik bir rol ve sorumluluk taşımaktadır.
İşkencenin Muayenesi ve Rapor Edilmesi
İşkence yapıldığına ve bu suçun cezalandırılmasına karar vermek mahkemeye aittir. Bununla birlikte, işkencenin saptanmasında, yargı kararlarının oluşmasında, tıbbi muayene ve raporların önemli bir rolü bulunmaktadır. Tıbbi incelemelerin kapsamına, işkence ile ilgili fiziksel ve psişik bulguların tanımlanması, saptanması ve bunların kişinin işkence iddiaları ile uyumlu bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi(bilirkişilik) ile hastaların tedavi ve rehabilitasyonu girmektedir. Tıbbi belgeler, sonuçta işkencenin önlenmesinde caydırıcı olarak ta önemli bir işlev görmektedir.
Ancak, işkence yöntemlerinin ve bulgularının tıbbi olarak ortaya konulması oldukça güç bir konudur. İşkence fiili, uygulayan açısından genellikle vücut üzerinde herhangi bir iz bırakmama amacını da taşındığından ve yaraların iyileşmesi beklendiğinden; daha sonra işkenceye ait bulguların belirlenmesi çoğu zaman güç ve hatta olanaksız olmaktadır.
İşkence yöntemleri bedensel (fiziksel) ve ruhsal yöntemler olmak üzere ikiye ayrılır. Bedensel ağrı ve acı oluşturan yöntemlerin başında künt travmalar (dövme), elektrik verme gelir. Diğer yöntemler çıplak vücuda soğuk su uygulanması, çarmıha germe, Filistin askısı, cinsel saldırıda bulunma, aç-susuz bırakma, başa torba geçirme, duyulardan yoksun bırakmak (kişiyi uzun süre sessiz ve ışıksız, dar mekanlarda tutma), değişik ilaçlar enjekte etme ve pek çok yöntem sayılabilir. Ruhsal (manevi) işkence yöntemleri de sayısız denilebilecek kadar fazladır.
Doğal olarak, bu işkence yöntemlerinin büyük çoğunluğunda vücutta herhangi bir kalıcı fiziksel bulgu, iz oluşmaz. Bu durumlarda, her bir işkence türü ile ilgili özel tanı yöntemlerinden yararlanılmaya çalışılır. Ayrıca, fiziksel bulgular kaybolmuş dahi olsa, olguların büyük çoğunluğunda işkencenin yol açtığı ruhsal bozuklukların konu ile ilgili uzmanlar(psikiyatristler) tarafından saptaması mümkündür.
“Hekimlerin İşkenceye Katılımı” Kavramı
İşkencenin muayenesi ve rapor edilmesi, hekimlerin görev ve sorumlulukları arasında en kritik ve "spekülatif" konulardan biridir. Hekimler kamuoyu tarafından hiç de nadir olmayan sıklıkta, haklı veya haksız nedenlerle suçlamalara maruz kalmaktadır.
Hekimler işkencenin muayenesi ve rapor edilmesi konusunda hatalı veya kasıtlı bir tutum sergilemek, işkencenin etkinliğini artırmak kurbanın bu şekilde yaşamını sürdürmesini sağlamak ve gözaltı süresi bitinceye kadar tedavi etmek gibi tutumlar nedeni ile "işkenceye katılma" ile suçlanmaktadır. Bunlar:
a- Tıbbı işkencenin etkinliğinin artırılmasında kullanmak,
b- Mesleki ve etik amaçlar dışında; örneğin, işkenceciye destek için işkenceye uğrayan kişilerin yaşamını sürdürmesini sağlamak,
c- İşkence kanıtlarının gizlenmesi, örtbas edilmesi amacıyla tedavi ve girişimlerde bulunmak, gözaltı süresi bitinceye kadar iyileştirmeyi sağlamak.
Bu tür uygulamalara olağan dışı koşullarda(sıkı yönetim, savaş,..) daha sık rastlanmaktadır.
d- Hastayı uygun koşullarda muayene etmemek, eksik-yanlış rapor düzenlemek,
e- İşkence mağdurlarına kötü davranmak. gibi tutumlar.
Bu tür uygulamalara ise, normal koşullarda da sık rastlanmaktadır.
Ama elbette bu olumsuz örnekleri tüm hekimlere mal edemeyiz, istisnai örnekler olarak ele almalıyız. Çünkü tüm hekimlerin temel görevi ve sorumluluğu, işkencenin saptanmasında ve önlenmesinde karşısındaki kişi kim olursa olsun elinden gelen özeni ve çabayı göstermesidir.
Esasen, her insan işkenceye karşı durmak, aynı duyarlılığı göstermek zorundadır. Hiç bir gerekçe işkenceyi haklı gösteremez. Bir ‘insan’ olarak; kendi varlığına saygının bir gereği olarak…
* Bu yazı, Çağdaş Akpınar Dergisi’nde (2007) yayınlanmıştır.
Anahtar Kelimeler:
İşkence
,
insan hakları
,
işkence kanıtları